19/04/2024
  • 23:11 Kaf Suresi
  • 22:45 Beled Suresi
  • 17:27 Mürselat Suresi
  • 15:07 Hayat Devam Ediyor
  • 00:35 Arzularına uyma seni Haktan saptırır

GİRİŞ

Yüce Allah(cc), Alak sûresinde, insanoğlunu şereflendirerek onu, kendi adına tebliğ ile görevlendirmiş, sonra da ona davet sırasında karşılaşacağı zorlukları, sıkıntıları göstermiş ve bu zorluklar ancak, Rabb’inin emirlerine teslim olması halinde aşabilebileceğini  bildirmiştir.

Kalem sûresinde ise, davetçinin Kur’an’ı ahlak edinmesi yanı yaşayan Kur’an haline gelmesi ve yalancılara karşı Kur’an’ı ölçü edinerek bıkmadan, usanmadan davetini sürdürmesi halinde Allah’ın yardımının sürekli olarak kendisiyle olacağını, bu nedenle, ne pahasına olursa olsun, sabırla mücadelesini sürdürerek ancak Kur’aırla öğüt vermesini istemiş; aksi halde, bahçe sahiplerinde görüldüğü gibi azaba çarptırılacağını bildirmiştir.

Müzzemmil sûresinde ise, Allah (cc) adına hareketi şiar edinen ve Kur’an’ı ahlak edinerek düşünsel planda kendisini tamamlayan davetçinin, artık zorluklara hazırlanma zamanı geldiği için pratiklerinde de kendisini yetiştirmesi ve bedeni olarak bu zorluklara karşı kendisini pişirmesi gerektiği ortaya konulmaktadır.

Bu sûre, davetçiyi harekete hazırlayan ve davetçinin zorluklara karşı dayanıklı olmasını sağlayan, davet metodunun nasıl olması gerektiğini davetçinin görevinin nereye kadar olacağını bildiren bir sûredir.

Davetçi, davete başlamadan önce davetin tüm zorluklarına karşı fikri ve bedeni olarak hazırlanmalıdır. Hem de öyle bir hazırlanmalı ki, her türlü çileye, eziyet ve sıkıntıya, açlık ve sefalete, hatta kurşunlanmaya ve asılmaya, tek kelime ile ölüme sevine sevine gidebilecek kadar hazır olmalıdır. Tüm bu sayılanlara hazır olmanın yolu ise, sağlıklı bir Kur’an eğitimidir.

Kur’an eğitimi öyle yapılmalı ki, bu eğitim düşünce sisteminde kronikleşmiş materyalist pislikleri söküp temizlesin, sözlere bulaşan avami ifadeleri atıp sözü güzelleştirsin ve davranışlarda ortaya çıkan bozuklukları, çarpıklıkları düzelterek Rabb’in rızasına uygun hale getirebilsin.

Metod, davetin ayrılmaz bir parçasıdır. Davetçi, davet görevini yerine getirirken nelere dikkat etmesi gerektiğini, nasıl hareket edeceğini, insanlarla ne şekilde konuşacağını ve öncelikle mesajın ne olduğunu çok iyi bilecek, hiçbir şekilde hevai hareket etmeyecektir. Çünkü davetçi, mesajını ulaştırdığı topluluk içinde belli bir misyona sahiptir. Bu misyonunu zedeleyecek hareketlerden kaçınmak zorundadır. Aksi halde, kendisini sorumluluk altına sokacaktır.

SURENİN AÇIKLAMASI

1-4. “Ey örtüsüne bürünen, kalk, ancak gecenin birazında, yarısında yahut bundan biraz eksilt ya da onun üzerine artır ve ağır ağır Kur’an oku.”

“Ey örtüsüne bürünen kalk”. Ey bilgiyle kendisini yetiştirip sorumluluğun bilincinde olan, ey bilgiyi kendisinde depolayıp bekleyen davetçi, artık bilgi harekete dönüştürme zamanı yaklaştı. O halde kalk, zaman yatma zamanı değil, zaman, kendinde depoladığın bilgiyi, şaşkınlıkla ve dalalet içinde yüzen topluma ulaştırma zamanıdır. Bu daveti ortaya koyarken, her türlü zorluğa, sıkıntıya ve tartışmaya karşı hazırlıklı olmak zorundasın.

Evet, yüce Allah(cc) adına hareket etmeyi şiar edinip Kur’an ahlakıyla düşünce devrimini tamamlayan mü’min davetçi için artık oturmak, oyalanmak, durmak haramdır. O davetçi, düşünsel inkilabını davranışlarına yansıtmak için kalkacaktır. Ancak bu davranış, herkesin istirahate çekildiği, uykunun bedeni egemenliği altına aldığı bir zamanda olacaktır.

“Ancak gecenin birazında, yarısında yahut bundan biraz eksilt ya da arttır.”

Sorumluluk sahibi olan, bir amacı ve hedefi bulunan insan için uyumak, istirahat etmek, durup dinlenmek mümkün değildir. Akşamdan sabaha kadar uyumak sorumsuzluğun, duyarsızlığın ve ciddiyetsizliğin bir göstergesidir. Bu vasıflar mü’minlerin vasfı değildir. Çünkü o mü’minlerin çok büyük sorumlulukları vardır. Bu nedenle onlar:

“geceleri pek az uyurlardı”.   (51 ZARİYAT, 17)

Gece kalkışı eğitim amaçlı bir kalkıştır. Bu eğitimin temel amacı ise, Kur’an okumak, onu anlamaktır.

“Ve ağır ağır Kur’an oku.”

Tevhidi mücadelenin gayesi, Kur’ani gerçeklerden hareketle yüce Allah’ın uluhiyetini ve birliğini insanlara ulaştırmaktır. Bu nedenle, Kur’an çok iyi bilinmelidir. Kur’an’ı bilmek ise, onu anlayarak ve düşünerek okumaktır. Bunun için de en iyi zaman dilimi gecedir. Buradaki “kalk” emriyle Rasulullah(as)’ın gece namazına kalktığı bilinmektedir. Mü’minlerde Rasulullah(as)’a tabi olmanın ve onu örnek edinmenin sonucu olarak gece kalkışlarında Kur’an’ı namazda okuyabilirler. (Bu konu ile ilgili olarak “Çarpıtılan Kur’ani Kavramlar” kitabımız inşaAllah yakında çıkacaktır.)

Gündüz vaktinde davetin sağlıklı bir şekilde ve kesintiye uğramadan topluma ulaştırılabilmesi için davetçinin, mutlaka geceden hazırlanması gerekir. Tıpkı bir sporcunun maça çıkmadan önce antreman yapması gibi, davetçinin de davete önceden hazırlanması gerekir ki, davet anında rahat olabilsin.

5- “Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız”

Davet görevi ağır bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun yerine getirilebilmesi zorluk ister, sıkıntı ister, mücadele ister. Hiçbir mesaj, oturulduğu yerden topluma ulaşmaz. Mesaj sahipleri, sürekli bir hareket içinde olmalıdırlar; tembel, pısırık, korkak ve rahatına düşkün olanlar, mesaj taşıyıcısı olamazlar. Özellikle Tevhidi mücadele verenlerin çok daha fazla atik, cesur, fedakar ve mücadeleci bir ruha sahip olmaları gerekir. Çünkü, Tevhid erlerinin sorumlulukları çok daha ağır bir sorumluluktur. Davetçiler, bu ağır sorumluluğu insanlara ulaştırmaya çalışırlarken, mutlaka çok fazla çalışmalıdırlar. Aksi halde bu yüce sorumluluğu taşıyamazlar.

“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, ondan korktular; onu insan yüklendi; doğrusu o, çok zalim, çok cahildir.” (33 AHZAP, 72)

“Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, Allah korkusundan onu, baş eğmiş çatlamış görürdün. Bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.” (59 HAŞR, 21)

Evet, Kur’ani sorumluluk ağır bir sorumluluktur. Ancak, sorumluluğun ağırlığı kadar mükafatı da o oranda büyüktür. Kur’ani sorumluluktan kaçınmak büyük mükafattan vazgeçmek anlamına geleceğinden dolayı bu durumda insan kendisine zulmetmiş olacaktır. Oysa Tevhidi düşünen müslümanlar, bu büyük mükafata ulaşmak için her türlü zorluğu göze alarak hareket ederler. Zorlukları aşmanın üç boyutu vardır. 1-İmani boyut, 2-Düşünsel boyut 3-Bedeni boyut.

İmani boyut, yüce Allah’a iman edip O’nun indirdiklerinden, hiçbir sıkıntı duymadan, teslim olmakla aşılır ki, Alak ve Kalem surelerinde bu konu çok mükemmel bir şekilde anlaşılmıştır.

Düşünsel bedeni boyut ise, Müzzemmil ağırlıklı olmak üzere takip eden surelerde, istenilen olgunluğa ulaştırılabilir. Müzzemmil suresinde, gece eğitimi düşünsel ve bedeni eğitim mükemmel bir şekilde istenilen düzeye ulaşılırsa davet esnasında davetçi çok daha rahat olabilir. Bu nedenle, Kur’ani sorumluluk taşıyan her müslüman gece eğitimine azami hassasiyeti göstermelidir.

6- “Muhakkak ki gece kalkmak daha oturaklı ve söz daha etkilidir.”

Yüklenilen ağır sorumluluğun, rahat bir şekilde topluma ulaştırıla bilmesi için, hazırlık aşamasının çok iyi değerlendirilmesi gerekir. Gece, Kur’an eğitimi için en ideal zaman dilimidir; insanın tüm duygularından sıyrıldığı, sessizliğin insanı kuşattığı, düşüncenin huzur içinde olduğu ve insanın Rabb’i ile yalnız olduğunu hissettiği bu zaman diliminde okunulan her ayet, iman ateşini daha çok alevlendirdiği gibi, düşünce zeminine de sağlam bir halde yerleşmekte ve kavrama mekanizmasını daha güçlü bir şekilde harekete geçirmektedir,

7- “Çünkü gündüz senin için uzun bir uğraşı vardır”

Gecenin etkili ortamında, düşünsel olarak hazırlanıp bedeni olarak da zorluklara karşı mukavemet kazanan davetçi mü’min, gündüzün, yüklendiği sorumluluğun gereğini yerine getirmek için çalışacaktır, hem de hiç ara vermeden ve tüm gücünü ortaya koyarak Tevhidi esasları ortaya koyacaktır.

Tevhidi mücadele, süreklilik ister; bu mücadele, boş zamanın değerlendirilmesi için yapılacak bir hareket değildir. Bu öyle bir mücadele ki, günün yirmi dört saatini dolduracak kadar sürekli ve kesintisiz bir mücadeledir. Sünnetullah’ta bu mücadelenin nasıl yapıldığını Kur’ani Kerim, Saffat, Zariyat, Saf, Mürselat, Naziyat ve Adiyat surelerinde ortaya koymuştur. Bu konuyu, Adiyat suresi tefsirimizde geniş bir şekilde açıkladık.

Tevhidi esasların topluma ulaştırılması sorumluluğu, bir davetçi için en acil ve en önemli bir görevdir. Bu görevin önüne, hiçbir şekilde başka bir görev alınamaz. Davetçi mü’min, bu önemli görevi ifa etmek için tüm zamanını ve bütün değerlerini feda etmelidir; tıpkı risalet önderlerinde görüldüğü gibi… Tevhidi esaslarının önüne bir başka değerin alınması insanı fıska sokacaktır.

“De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-akrabanız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret (iniz), hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Elçisinden ve onun yolunda cihat etmekten daha sevgili ise o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin, (başınıza gelecekleri göreceksiniz)! Allah, fasık topluluğu (doğru) yola iletmez.” (9 TEVBE, 24)

Davetçi mü’min, gece eğitimleri ile elde ettiği Kur’ani bilgiyi, gündüzün uzun uğraşılarla ve bütün değerlerini ortaya koyarak topluma aktarmaya çalışacaktır. Küfrün, şirkin, fıskın ve nifakın görüntülü, yazılı ve sözlü iletişim araçlarıyla, günün 24 saati boyunca, bütün gücüyle İslam’a saldırması karşısında mü’min bir davetçinin, tüm zamanını ve değerlerini inandığı dava uğruna harcamaması hem kendisine, hem dinine zulümdür, hem de küfrün azmasına seyirci kalmasıdır ki bu çok büyük bir sorumluluktur.

Kimi tefsirlerde yazılan “gündüzün uzun uzun uğraşacağın başka işlerin vardır” gibi ifadeler Kur’an gerçeğini yansıtmamaktadır. Çünkü birincisi, içinde yaşadığımız çağda İslam’a ve İslami değerlere, küfrün, şirkin, fıskın ve nifakın onca saldırıları varken iman ettiği iddiasında bulunan birinin, başka işlerle uğraşıp dinini ihmal etmesi ya da ikinci plana itmesi düşünülemez. İkicisi ise, 8. ayetteki ifadelerle bağdaşmamaktatır. Bu 7. ayettin 8. ayetle, sure bütünlüğü içinde, bütünleşmesi ancak, gündüzün uzun uğraşılarla davetin ortaya konulması ve topluma ulaştırılması gerekir. Bu uzun uğraşılarda, ancak Tevhidi esaslar ortaya konulacak ve ancak o zaman yüce Allah’ın emrettiği ölçüler insanlara ulaştırılacaktır.

8-“Rabbinin adını an ve bütün gönlünle O’na yönel.”

Topluma ulaştırılacak olan mesaj her dönemde aynıdır; bu ise uluhiyetin yanlızca Allah’a ait olduğu gerçeğidir. Bu gerçek, bugüne kadar devam edip gelen ve hiçbir şekilde kesintiye uğramayan Tevhidi mücadelenin ana omurgasını oluşturmaktadır. Bu gerçek, toplum tarafından net olarak anlaşılmadan, bir başka kanunun topluma ulaştırılması imkansızdır.

“Andolsun saf saf dizilenlere, bağırıp (insanların içine daveti) sürenlere, zikir okuyanlara ki, ilahınız birdir. (O ki,) göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanların Rabb’i ve doğuların da Rabb’idir.”

(37 SAFFAT, 1-5)

İşte bu ilahi mesaj, her çağın Tevhid erlerince, tüm çağların üzerine çöken şirk, nifak, fısk ve küfür karanlığını delen Tarık yıldızı gibi, ışıklar saçarak insanlara İslam’ın nurunu ulaştırmıştır. Bu ilahi nur, beşeriyetin kararan ufkunu aydınlatmış ve şaşkın beşeriyete kurtuluş yolunu göstermiştir. Ancak, kurtuluşa çağıran Tevhid erlerine, her çağda çok az insan icabet etmiştir; zillet içinde yaşamaya alışan çoğunluk ise, kendilerine gelen Tevhid erlerini reddederek küfrün, şirkin, fıskın ve nifakın karanlığında ömür tüketmişlerdir.

“Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığınız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar.” (11 HUD, 119)

Evet, her dönemde insanları kurtuluşa çağıran davetçiler, yanlızca Rabb’lerinin kendilerine emrettiği ölçülere insanları davet etmişlerdir.

“Rabb’inin adını an.” Davet sırasında davetçi, hiçbir şekilde duygusal hareket etmeyecek, insanları yanlızca vahyi gerçeklere çağıracaktır.

“O, hevadan konuşmaz. O, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. Şimdi siz bu söze (Kur’an’a) mı hayret ediyorsunuz?”   (53 NECM, 3-4,59)

İnsanların karşı çıkmaları, Tevhidi gerçekleri kabul etmemeleri karşısında davetçi, sıkıntıya düşmemeli, “insanları inandıracağım” diye kendi hevasından hareket etmemeli, bid’at ve hurafelerle, ya da küfürden icazetli kurumlarla insanlara yaklaşmamalıdır. Hatta, insanlardan kimilerinin ya da zorba müşriklerin saldırmaları karşısında davetçi, taviz vermeden ancak yüce Allah’a sığınmalı ve ancak O’na yönelmelidir.

“Ve bütün gönlünle O’na yönel.” Davetçi için aslolan şey, korku ve endişeye kapılmadan,dünyevi menfaatlere aldanmadan, kalbinde zerre kadar sıkıntı duymadan bütün benliğiyle Rabb’ine yönelmesidir.

“Ve Rabb’ine rağbet et.” (94 İNŞİRAH, 8)

Evet, tüm zorluk, sıkıntı, baskı ve işkencelere rağmen, va’dedilen makam, mevki ve mükafatlara aldırış etmeden, tehdit ve şantajlara boyun bükmeden ancak yüce Allah’a sığınılarak, O’nun belirlediği ölçülerden zerre kadar taviz vermeden hareket edilmeli, küfre ve zorbalara en ufak bir meyil duyulmamalıdır.

“Hayır,ona boyun eğme; secde et ve yaklaş.” (96 ALAK, 19)

9- “(O), doğunun ve batının Rabb’idir. O’ndan başka ilah yoktur, Yanlız onu vekil tut.”

Yüce Allah (cc), tüm güçlerin üstünde bir güce sahiptir. O halde, kimi kaygılarla O’ndan başkasından korkmak gülünç ve yersizdir. Çünkü uluhiyet tamamen kendisinde olduğu gibi, Rububiyet de tümüyle O’na aittir. Öyleyse, hiçbir güce sahip olmayan beşeri zorbalara karşı, doğunun ve batının Rabb’i olana yönelip O’na sığınmak en akıllı hareket ve en karlı bir iştir. Hiçbir şeye malik olmayan bir güce sığınmak, bu güçten korkarak taviz vermek ya da yüce Allah’ın emrettiği ölçüler içinde, gerçekleri insanlara ulaştırmamak zillet ve fısktır. Çünkü beşeri güçlerin, kendileri düşük ve yüce Allah’a isyan ettiklerinden dolayı, sapıklık ve zillet içindedirler. Oysa yüce Allah (cc), en üstün otorite ve tek ilahtır.

“Yanlız O’nu vekil tut.” Toplumsal çarpıklıkları İslami esaslara göre düzeltmeye çalışan yüce Allah’ın uluhiyetini anlatarak, Onun hükümlerini egemen kılmaya çalışan bir mü’min ne bid’at ve hurafelerin, ne geleneksel kültür kalıplarını ve ne de içinde yaşadığı tağuti sistemin kurallarının arkasına sığınacaktır. O, yanlızca yüce Allah’ı vekil tutup O’na sığınacaktır. Çünkü, ancak bu durumda yüce Allah (cc), o mü’min kuluna yardım edebilecektir. Oysa, gayri İslami güçlerin ve değerlerin arkasına sığınılması durumunda yüce Allah(cc) kesinlikle bu durumdaki kişiye yardım etmeyecektir. Yüce Allah’ı vekil tutmak, ferdin tüm düşünce, söz ve davranışlarıyla yalnızca O’na teslim olması ve yalnızca O’nun emirlerine göre hareket etmesiyle mümkündür.

Yüce Allah’ı vekil edinen davetçi, bu vekaletin kendisine kazandırdığı onurla hareket edecek ve hiçbir tepki ya da baskı onu, başka türlü bir harekete yöneltmeyecektir. Davetçi her halükarda tepkisel davranışlardan kaçınarak sabredecektir.

10-11- “Onların dediklerine sabret ve onlardan güzelce ayrıl. Beni ve o nimet sahibi yalanlayıcıları yalnız bırak ve onlara biraz mühlet ver.”

Davet aşamasında bir davetçi için mücadelenin en zorlu yanı hiç şüphesiz ki sabırdır. Müstekbir zorbaların hakaret, alay, tehdit, baskı ve işkencelerine, müşrik ve fasıkların gerçekleri bulandırmalarına, yalancıların gerçekleri ters yüz etmelerine, münafıkların fitne ve fücurlarına karşılık vermeden, Kur’an’ın belirlediği ölçüler içerisinde hareket edip sabretmek.

“Onların dediklerine sabret.” Küfrün desteğindeki baldırı çıplakların, kafası örümceklilerin hakaretlerine, küfürlerine, aşağılamalarına, zorbaların sopalarını çıkarıp tehditler savurmalarına karşılık vermeden, ilahi emre uyarak sabretmek; ta ki, her şeyi bilen ve yerli yerince yapan yüce Allah’ın takdir ettiği zamana kadar…

Sabretmek; zor olsa da, içimiz içimize sığmasa da, avuçlarımız kaşınsa da, yutkunup gözlerimizden akan yaş damlalarını durduramasak da sabretmek. Zorbaların, kafirlerin, yalancıların, münafık ve fasıkların seviyesine düşmeden sabretmek. Bilenmek, bilgilenmek, olgunlaşmak, pişmek, direnç kazanmak, dopdolu bir hale gelmek için sabretmek. Yüce Allah’a ulaşmak, cennetle müjdelenmek, makamların en yücesine ulaşmak için sabretmek. (Sabır konusu ile ilgili olarak Sünnetullah’ta Davet Metodu ve Evrensel Mesaj adlı kitabımaza bakınız.)

Zulmün, küfrün ve şirkin tüm baskılarına rağmen mü’min davetçi sabredecek ve karşılık vermeyecektir. Karşılık vermek şöyle dursun üstüne üstlük onlardan güzellikle ayrılacaktır.

“Ve onlardan güzellikle ayrıl.” Yüce Allah (cc), davetle görevlendirdiği kulunu, her türlü sıkıntı ve zorluğa alıştırmakta, ona davette izleyeceği metodu göstermekte ve onu en güzel bir şekilde hazırlayarak, onun örnek bir kişilik oluşturmasını sağlamaktadır. Yalancıların ve inkarcıların tüm saldırıları, hakaret ve seviyesiz tepkilerine rağmen davetçi mü’min, onlara aynı şekilde karşılık vermeyecek, kızıp sinirlenmeyecektir; tam aksine onlara, bir daha tebliğ yapmak için, onlarla en güzel biçimde mücadele edecektir.

“Sen, hikmetle ve güzel öğütle Rabb’inin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Muhakkak Rabb’in, kendi yolundan sapanları en iyi bilen O’dur ve O, yola gelenleri de en iyi bilendir.” (16 NAHL, 125)

Rahmet ve güzellik dini olan İslam’a güzellikle davet edilir, insanlara şefkatle muamele yapılır. Bu, İslam’ın ana prensibidir. Risalet tarihi boyunca Tevhid erleri, bu prensipden hareket ederek insanlara davet ulaştırmışlardır ve hiçbir şekilde ve durumda bu prensipten taviz vermemişlerdir. Şimdi, kimi müslümanlarca sürekli bir şekilde şu soru sorulmaktadır: “Peki, inkarcı kafirler, bugün İslam hakkında olmadık seviyesiz sözler sarfetmekte ve müslümanlara en ağır hakaretleri yapmakta iken yine mi onlara karşı en güzel şekilde mücadele edeceğiz?” Bu soruya Kur’an gerçeğinden hareketle “evet” demekten başka bir cevap veremeyiz. Çünkü, Kur’an’a baktığımızda bütün risalet önderlerinin ve onların takipçilerinin her türlü tepkiye karşı tavırları, hep en güzel şekilde mücadele etmek olmuştur.

Oysa bugün, İslam adına ortaya çıktığı iddiasında bulunan birçok kişi ya da grubun Kur’an gerçeği ile taban tabana zıt bir tutum takınarak saldırganlaştıklarına şahid olmaktayız. Bu tutum, yüce Allah’ın emrine muhalefet olduğu gibi, aynı zamanda O’nun işine müdahale etmektir ki, her iki halde de haddi aşmaktır. Oysa yüce Allah (cc): “Beni ve o nimet sahibi yalancıları yalnız bırak ve onlara biraz mühlet ver.” buyurmaktadır. Burada davetçi mü’minin, tebliğini yaptıktan sonra, sonucunu yüce Allah’a bırakacağı vurgulanıyor. Yani davetçi, daveti ulaştırıp tebliğini yapmaktan sorumludur; davetçi sonucu belirleyemez, sonuca müdahale edemez. Davetçi, nasıl gelişirse gelişsin, sonucu yüce Allah’a bırakmakla mükelleftir.

“Onlara biraz mühlet ver.” Davet yapıldıktan sonra insanlara mühlet verilir; davet üzerinde özgür iradeleriyle düşünsünler, kabul ya da reddedeceklere, baskı altında kalmadan, sorumluluk tamamen kendilerine ait olmak üzere kabul ya da reddetsinler. Davete muhatap olanlar, kendilerini netleştirsinler, saflarını belirlesinler diye “onlara biraz mühlet ver.” Daveti kabul etmeyip yalanlayanlara, yalanladıkça küstahlaşıp saldırganlaşanlara karşı davetçinin, yapacağı zaten fazla bir şey olmaz. Oysa, yüce Allah’ın yapacağı azab davetçinin yapacağı ile kıyaslanamayacak kadar büyük ve şiddetlidir.

12-13- “Muhakkak ki, bizim yanımızda bukağılar ve cehennem var, boğazı tırmalayan bir yiyecek ve acı veren bir azab var.”

O halde, bırakın hevasını, efendilerini,önderlerini ve kuruntularını ilah edinenleri, bırakın küstahlaştıkça küstahlaşsınlar, azdıkça azsınlar, saldırganlaştıkça saldırganlaşsınlar ki, hem ataları Fir’avn’a, Ebu Cehil’e, Nemrut’a uydukları, onların yolunda oklukları net olarak ortaya çıksın, hem de azapları arttıkça artsın. Madem ki, şefkat ve merhametle yapılan uyarılara kulak vermiyorlar, öyleyse o azgın kafirler, müşrik, münafık ve fasıklar, kendileri gibi azgın olan cehenneme girsinler, hem de boyunlarına bukağılar takılı olduğu halde…

“O gün O’nun yapacağı azabı kimse yapmaz, ve O’nun vuracağı bağı kimse vuramaz.” (89 FECR, 25-26)

“(O gün yüce Allah (cc) görevlilere); ‘Onu tutun bağlayın,sonra cehenneme sallayın, sonra da uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun!”    (69 HAKKA, 30-32)

“Boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürüklenecekler.” (40 MÜ’MİM, 91)

“Bağlı olarak onun (cehennemin) dar bir yerine atıldıkları zaman orada ölümü çağırırlar.”

(25 FURKAN, 13)

“Ve o gün suçluları, birbirlerine yaklaştırılarak zincire vurulmuş görürsün.” (14 İBRAHİM, 49)

“Uzatılmış direkler arasında (bağlı) olarak (tıpkı, ahıra konup direklere bağlanan hayvanlar gibi kalacaklardır.)” (104 HÜMEZE, 9)

Dünya hayatında, kendilerine Hak anlatıldığında onlar, böbürlenerek hareket ediyorlardı, azgınlaşarak saldırıyorlardı. İşte bugün de onlara layık olan ceza budur, asıl aşağılık olanların kendileri olduklarını görsünler diye… Ancak dünyada yaptıklarının karşılığı bu kadar değildir; ayrıca, insanların haklarını gasbettikleri, yüce Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirmeden yedikleri, yoksullara, düşkünlere haklarını vermeyip aç bıraktıkları ve hayatı mide ve şehvetten ibaret bildikleri için onlara “boğazı tırmalayan bir yiyecek” de vardır. Hem de ne yiyecek, tam da o düşük ve sefil insanlara yaraşır bir yiyecek!..

“İnkar edenlere gelince, küfürlerinden dolayı onlara kaynar sudan bir içki ve acı azab vardır.”

(10 YUNUS, 4)

“Ardından da kendilerine irin bir suyun içirileceği cehennem. O suyu yutmaya çalışır, ancak boğazından geçiremez ve her yandan ona ölüm geldiği halde yine ölemez. Bunun ardından da kaba bir azab!” (14 İBRAHİM, 16-17)

“İrinden başka taam da yoktur.” (69 HAKKA, 36)

“Üste onu tadsınlar; kaynar ve kokuşmuş su.” (38 SAD, 57)

“Ağırlanmak için böylesi mi hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir fitne yaptık. O, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır, tomurcukları, şeytanların başları gibidir. Ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır.” (37 SAFFAT, 62-66)

“Zakkum ağacı; günahkarların yemeğidir, pota gibi karınlarında kaynar; sıcak suyun kaynaması gibi.”

(44 DUHAN, 43-46)

“Elbette bir zakkum ağacından yiyeceksiniz. Onunla karınları(nızı) dolduracaksınız. Üzerine de kaynar su içeceksiniz; susuzluk hastalığına tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onların ağırlanışı böyledir.” (56 VAKİA, 52-56)

“Tad, zira sen kendince üstündün, şerefliydin.” (44 DUHAN, 49)

Evet, zillet içinde bulundukları halde, kendilerini üstün gören, dünya hayatını tek ve ebedi hayat bilip onun için yaşayan kafir, müşrik, münafık ve fasıklar için öngörülen ceza bu kadarla da bitmiyor hepsinin üstünde bir ceza daha var o da

“Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir ki, gönüllere işler.

(104 HÜMEZE, 6-9)

“Delikçilere işleyen bir ateş ve içinde kara dumandan bir gölge altında ki, ne serindir, ne de faydalı.” (56 VAKİA, 42-44)

“Onlar için cehennemden bir döşek ve üstlerinde de (ateşten) örtüler vardır. İşte, zalimleri böyle  cezalandırırız.” (7 ARAF, 41)

“Onların üzerinde ateşten gölgeler, altlarında da (ateşten) gölgeler var. İşte Allah kullarını bu (azabı)ndan korkutuyor, ey kullarım benden korkun!” (39 ZÜMER, 16)

“İşte bunlar, Rabb’leri hakkında çekişen iki hasım taraf: Kafirler için ateşten giysi biçildi, başlarının üstünden de kaynar su dökülüyor! Onunla karınlarının içindekiler ve derileri eritiliyor. Onlar için demir kamçılar da var. Oradan (o) gamdan her çıkmak istediklerinde (O kamçılarla ) oraya geri çevrilirler ve yangın azabını tadın (denilir).” (22 HAC, 19-22)

“(Orada) yüzlerini ateş yalar. Oyle ki, (ateşin) içinde dişleri açıkta kalır.” (23 MÜ’MİNUN, 104)

“De ki: ‘Hak Rabb’inizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Çünkü, biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı onları kuşatmıştır, eğer, feryat edip yardım isteseler erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile kendilerine yardım edilir! O, ne kötü bir içecektir ve ne kötü bir dayanaktır.” (18 KEHF, 29)

“O gün azab onları üstlerinden ve ayaklarının altlarından örter. (Allah onlara): ‘yaptığınız işleri tadın!’ der.”

(29 ANKEBUT, 55)

Şimdi, tüm apaçık gerçeklere rağmen hangi akıl sahibi davetçi, haşa, Allah’ı devre dışı bırakarak kendisi, daveti kabul etmeyenleri şiddet kullanarak cezalandırabilir. Zaten, tüm bu uyarılara rağmen bildiğini okuyan davetçiler de, sonuçta yüce Allah’ın uyarısına kendileri uymadıkları için onlar da, Allah korusun, aynı azaba uğrayabilirler. Bu nedenle, daveti yapıp sonucu yüce Allah’a bırakmak ve insanların özgürce (İman ya da küfür noktasında) seçimlerini yapmalarına fırsat vermek gerekir. Ta ki o dehşetli gün gelene kadar:

14-“O gün yer ve dağlar sarsılır ve dağlar, dağılan kum yığınları olur.”

Dünyayı amaç edinen kimselerin, imar etmeye çalıştıkları, üzerinde saltanat sürmeye çalıştıkları, uğrunda savaşıp kan döktükleri, ezilen insanları köleleştirerek çalıştırdıkları, kendi mülkleri görüp ebedi zannettikleri “yer ve dağlar o gün sarsılır ve dağlar, dağılan kum yığınları olur.” Öyle ki, dağlar, üzerlerinde taşıdıkları toprağın, ağaçların, evlerin ve kayaların renklerinden dolayı dağılırlarken

“Dağlar atılmış renkli yün gibi olur.”

(101 KARİA, 5)

“Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar serpildikçe serpildiği ve dağılan toz duman haline geldiği zaman”

(56 VAKİA, 4-5)

Tüm gerçekler bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacak ve yüce Allah’tan başka her şeyin bir hiç oldukları görülecektir. İşte, o güne ulaşmadan önce yüce Allah (cc) mü’min ve kafir olan herkesi gönderilen elçilere gerçeklere teslim olmaları için açık bir şekilde uyarıyor. Bu uyarıdan sonra yüce Allah (cc), hiçbir mazereti kabul etmeyecektir.

SÜRECEK

admin

RELATED ARTICLES
LEAVE A COMMENT